Her kitap insana ve tabiata tutulan bir aynadır. İnsan, hem kendine hem de tabiata dönük yüzüyle sırlı bir varlıktır. Kendi sırlarını söze dönüştürüp yazılaştırırken de tabiatın sırlarını söze dönüştürüp yazılaştırırken de bir ayna görevi görmektedir.
Kutsal Kitaplar, Yüce Yaratıcının hem kâinata hem de insana tuttuğu kozmik aynalardır. İnsan orada kendini ve tabiatı, tarihi, toplumu ve Tanrı’yı görür. Medeniyet, bu görüşle başlar ve devam eder.
Kutsal Kitaplar, Yaratıcının insanlarla konuşması olduğu gibi, insanın yazdığı kitaplar da insanın kendisi ve başkalarıyla konuşmasından ibarettir. Allah, gönderdiği Kitaplarla kullarına bir hayat nizamı sunar. Bu nizamla Allah, kullarının kendisiyle, kullarının kullarıyla ve kullarının kâinatla olan ilişkilerinin sınırlarını çizer.
İnsanlar da yazdıkları kitaplarla insan-kendi ilişkisini, insan-toplum ilişkisini, insan-tabiat ilişkisini, insan-Tanrı ilişkisini ve insan-tarih ilişkisini inceler, ortaya koyar.
Bütün bu özellikleriyle bakılınca insanı kitapsız düşünmek mümkün değildir. Hatta denebilir ki insanı insan eden en önemli unsur kitaptır. İnsanın kendisi canlı bir kitaptır. Sürekli yazılan ve sürekli okunan bir kitap. Hem kendisi tarafından hem de çevresindekiler tarafından devamlı okunan bir kitaptır, insan. İnsan hafızası, hayali, aklı, zekâsı ve bütün bedeniyle büyüleyici bir kitaptır. Dil, bu kitabı okuma ve anlama aracıdır. Dil de ayrı bir aynadır.
Kitaplar, dondurulmuş birer dil harikalarıdır. Yunus’un, “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” dediği gibi, insan da “söze dile büründüm kitap diye göründüm” diyebilir. Necip Fazıl’ın “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar / Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” mısralarında dile getirdiği gibi, insan da “Ruhumu dile döküp kelimelerde dondurmuşlar / Onu kitap diye kâğıtlara kondurmuşlar” dese, benzer şeyleri söylemiş olur.
İnsan topluluklarının bulunduğu her yer birer kitaplık gibidir. Köyler, şehirler birer kütüphanedir. Canlı kitaplardan kurulu birer kütüphanedir. Her sohbet, her karşılıklı konuşma birer okumadır. En çok aranan, konuşmasından en çok haz alınan insan en sevilen kitap demektir. Sözüne sohbetine en değer verilen ve onlardan en çok yararlanılan insanlar da en faydalı kitaplardır.
İnsan beden ve ruhtan ibaret olduğu için hem bedeni hem de ruhi gıdalara muhtaçtır. Beden tezgâhımız aslı toprak olan ana karnıdır. O tezgâhta örülen, dokunan varlığımızın ana maddesi topraktan gelen besinlerdir. Doğup ana kucağına düştüğümüz andan itibaren iki temel besin kaynağımız olur: biri anne memesi, diğeri de ana dilidir. Analar, çocuklarını memelerinden gelen sütle beslerken, aynı zamanda dillerinden dökülen sözlerle de beslerler. Birisi bedenin gelişmesine diğeri de ruhun gelişmesine yarar.
Her insan, önce anası tarafından yazılan eşsiz bir kitaptır. İlk müellif yani yazar anadır. Toplum yazarları olan anaları iyi eğitim görmüş milletler, güçlü, zengin milletlerdir.
Bizim analarımız, çocuklarının beden mürekkebini Allah’ın verdiği tabiattan alırken, ruh mürekkebini de Allah’ın verdiği Kutsal Kitaptan alırlar. Her evlilik Allah adına kurulur, evliliğin ilk gecesi ve devamı hep Allah adına açılır. O toplumda çocukların hepsi besmelelidir. Besmelesiz değildir.
Ruh kumaşının ilk ilmeği besmeleyle atılan insan, Kur’an nakışlı, Sünnet boyalı bir şahsiyet olarak yetiştirilirdi. Toplum fertlerinin ideal insan ufku Peygamberler, sahabeler ve onların izinden yürüyen kahramanlardı. Onların isimleriyle anılır, çağrılırdı insanlar.
Bizim yazarlarımız, kitaplarına besmeleyle, salveleyle başlarlar, kitaplarını hamdeleyle bitirirlerdi. Böyle olduğu dönemler, medeniyetimizin, insanımızın en mükemmel olduğu dönemlerdi. Şehirlerimiz, zengin kitaplardan kurulu birer eşsiz kütüphaneydi. Anadoluda gezen bir insan hemen hemen her şehrin en önemli noktasında bir büyük insanın türbesiyle karşılaşır. Ankara Hacıbayram, Erzurum Abrurrahman Gazi, Urfa Halilürrahman, Bursa Emir Sultan, Edirne Sezâyi-i Gülşeni, İstanbul Eyüpsultan demektir. Bunlar hemen akla gelenlerdi. Daha sayılamayacak kadar çok gönül aynasının ışık tuttuğu beldelerimiz var. Amma bunların çoğu zamanın tozu dumanı arasında görüntü vermez haldelerse, halde yaşayan halden anlamazlar utansın. Ahalimizi asırlarca onlardan uzaklaştırmaya çalışan ve büyük oranda da bunda başarılı olanlar utansın.
Bugün, batının kırılmış aynalarıyla, bizim kırık dökük aynalarımızın birbirine karıştığı bir kütüphane kıyameti yaşıyoruz. Kendi bütünlüğümüze ermiş, kendi kutsal aynalarından ışık ve renk almış örnek aynalar da olmasa hepten karanlıklar içinde kalacaktık. Bir Bediüzzaman, bir Mehmet Efendi, Sami Efendi, Süleyman Efendi, Abdülaziz Bekkine, Abdülhakim Arvasi, Mehmet Âkif, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Fethullah Gülen aynalarından ışık alanlar, ışıl ışıl yol alan, yol açan güzeller kervanı da olmasa hepten yok olmuştuk. Bu güzellikler kütüphanesinden mahrum kalmıştık.
Onlar var. Onlar, gecelerini hep birbirlerine Güzel Kitaplar okuyarak, birbirlerini güzellikler içinde okuyarak güzelleşiyor, güzellikler neşrediyor.
Okumak, sırlı aynalardan ışık almaktır. Onlarla sırlanıp cam olmaktan kurtulup can olmaktır, Aşk ve Güzelliğe ulaşıp, Güzellik ve Aşk olmaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder